BOĞAZ2  28 Nisan 2011

     Başbakan dün bir ucu Silivri'ye çıkacak olan ama diğer ucunun nereye gireceği belli olmayan çılgın projesini kamuoyuna açıkladı. Benim bu tanımlamaya iki küçük itirazım var. Bir kere bu bir proje değil fikir! Ayrıca çılgın da değil. Etüt çalışması daha başlamamış ve en az iki sene sürecek olan, tam yeri ve maliyeti açıklanmayan proje mi olur? Ona en fazla "Aklıma bir fikir geldi!" denir. Hoş, bu fikrin de aslında önce Osmanlı'nın, sonra Ecevit'in aklına geldiği ortaya çıktı ama önemli değil. O kadarcık intihali ÖSYM başkanı bile yapabiliyor.

        Ayrıca protestocu öğrencilerin karşısına kendi gençlerini dikip onları boğaz boğaza getirmeyi düşünebilen bir başbakan, boğazın karşısına kendi boğazını da dikebilir.

        Fakat başbakan her açıklamasında olduğu gibi yine bizlerle dalga geçmeyi de ihmal etmedi. Kanalın yeri ve maliyetini her türlü haksızlığı ve olumsuzluğu engellemek için gizli tuttuğunu belirtti. Bu fikrin bizlerden gizli tutulduğu zaten malum da, ne zamandır kimler tarafından bilindiği yakında ortaya çıkar. Şifreler birilerinin eline geçmiştir çoktan. Onlar işlerini bir bitirsinler, sonra detaylar herkese açıklanır elbet.

        Zaten daha projesi doğru düzgün hazırlanmamış bu fikrin duyurusunun neden şimdi yapıldığı da başka bir muamma! Yeri açık açık söyleseler "fırsat eşitliği yaratmak" için diye düşüneceğim. Ama sakladıklarına göre olsa olsa "gündem değiştirme" ve "seçim malzemesi olarak kullanma" seçenekleri geliyor aklıma. Geleceğe işaret eden böyle yersiz, zamansız ve manasız bir başka açıklama da "İki sene sonra milli takımı bırakacağım" diyen Emre'den gelmişti. Ee tamam, şu anda ne yapmamız gerekiyor yani?

        Bu fikrin neden çılgın olmadığı kısmına gelelim. Çünkü çılgın deyince benim aklıma Ankara büyükşehir belediye başkanının fikirleri geliyor. İçlerinde lokantalar, müzeler bulunan dev heykeller dikme vaatleri dün gibi aklımda. Yedi sene evvelki vaatlerin tam listesine buradan ulaşabilirsiniz. Bunlardan kaçı gerçekleşti Ankaralılar bize bir söylesin.

        Benim de Türkiye'den Avrupa'nın ortasına kadar gidecek güzel bir tünel fikrim var. Gelin el birliği ile kazalım. Vatandaşın canı sağlıklı bir ortam görmek istediğinde gizlice Avrupa'ya girip çıkabilsin. Artan toprak ile de boğazı doldururuz. Gemilerin kaza yapma olasılığı ortadan kalkmış olur.

 

SERBEST ÇAĞRIŞIM  24 Nisan 2011

     Başbakanın muhalefet liderine hitaben "Sen bozkurtlarla mı dolaşıyorsun? Ben insanlarla dolaşıyorum" minvalinde konuşması bende parti sembollerine yönelik bir serbest çağrışıma neden oldu. Aniden gözümde Garbage grubunun Push It şarkısına çektiği klipten görüntüler canlanıverdi. Klibin ana karakterlerinden biri yazı için seçtiğim resimdeki elemandı. Başbakanın bunlardan binlercesi ile dolaştığını hayal ettim. İşin en enteresan yanı ise bu kafadan beş bin kişi bir araya gelse Taksim'in ışıl ışıl olması beklenirken, hakikatte zifiri karanlığa bürünecek olması.

        Garbage deyince aklına çöp bile gelmeyen bir başbakanımızın olması da ayrı bir konu. Olsun başmüzakerecisine sorar öğrenir. Hoş onun da Türkçe'si pek iyi değil. Geçen akşam televizyonda "Laikliğe ve demokrasiye karşı olan kimse yok zaten" türünden söylemlerde bulunuyordu. Belli ki "Bu millet isterse laiklik gider" ve "Demokrasi benim için tramvaydır" cümlelerinin manalarını pek iyi kavrayamamış.

        Çağrışım yapmaya aynı mantıkla devam edecek olursak ana muhalefet için de oklardan yola çıkmamız gerekir. Ok deyince benim aklıma hemen Fenerbahçe'nin okçusu Güiza gelir. Büyük beklentileri hayal kırıklığına dönüştürme konusunda bundan daha iyi bir eşleşme olamaz gerçekten! Biri dün gece nihayet takımını kurtardı, bakarsınız diğeri de önümüzdeki seçim kendisinden beklenen golü atar.

        Diğer muhalefet partisi etrafında dönen bozkurt polemiği zaten Kurtlarla Dans filminin devamı gibi gelişiyor. Bol Oscarlı filmin afişinde "1864'te bir adam sınırı aramaya gitti ve kendini buldu" diye yazıyordu. Adı Bozkurtlarla Yürüyüş koyulabilecek bu devam filminin afişinde de "2011'de bir adam Taksim-Kasımpaşa sınırında iktidarı aramaya gitti ve kendini kaybetti" yazabilir.

        İşte bu noktada işin en acı yanıyla yüzleşiyoruz. Çağrışımı devam ettirmeye değecek dördüncü bir parti ne yazık ki ülkemizde bulunmuyor.

        Şimdi başbakan bu yazıyı okusa büyük olasılıkla sinirlenir. Bütün bu çağrışımlara kendisinin neden olduğunu hiç düşünmez. Kendi söylemleriyle bizleri nasıl zıvanadan çıkarttığını anlamamakta direnmeye devam eder.

        Değişik zamanlarda tüm dünyanın gözü önünde bir devlet başkanına posta koyan ve Avrupalı bir vekile argoyla cevap veren kişinin, söz konusu Kaddafi olunca "Kuru kabadayılığa gerek yok" demesi karşısında nasıl bir tavır alınabilir mesela?

        Her türlü akıl ve mantığı rafa kaldırarak gerçekleştirilen büyük siyasi yükselişin diğer partilere de örnek teşkil etmesi elbette kaçınılmazdı. Özgürlük ve demokrasi getirmeyi vaat ederek iktadara gelenler şimdi aynı vaatlerle indirilmek isteniyor. Zamanında rakipleri tarafından popülizm yapmakla suçlananlar şimdi aynı suçlamada kendileri bulunuyorlar. Yazının bu noktasında bu defa yerli bir şarkıcı ve şarkıyı hatırlayalım. Ne diyordu Zerrin Özer? Sahne Aynı Roller Başka... Zerrin Osmanlıca olduğu için kendisini başbakan da bilir.

        Bu arada Türk siyasetçilerinin halka vaatlerinin Spartacus'ten beri ilerleme kaydedememiş olması da hüzün verici. Aradan 2080 küsur sene geçmiş az değil.

        Evine et götüremeyen adam oy atacağı liderin önce hangi mezhepten olduğuna bakıyor. Bu çarpık zihniyeti düzeltmesi gereken hükümet aksine pekiştiriyor. Halka yol göstermek istedikçe oy kaybeden ana muhalefet iktidar olabilmek için hükümeti taklit etmek zorunda kalıyor. Diğer muhalefet partisi şiddet söylemleri ile meydanları inletiyor.

        Tüm bunlardan sonra da insanın Maymunlar Cehennemi filmindeki Taylor'ı canlandıran Charlton Heston gibi "Burası bir tımarhane!" diye bağırası geliyor.

 

NEREYE GİDİYORUZ?  18 Nisan 2011

     Başlık dün akşam izlediğimiz tek kişilik tiyatro gösterisine ait. Usta sanatçı Genco Erkal, Aziz Nesin'in değişik türlerdeki çalışmalarından alıntılarla dolu serbest bir uyarlamaya imza atmış. Sanatçı etrafa yaydığı pozitif enerji ile ara vermeksizin doksan dakika boyunca bizi avucunun içine almayı başardı. Sahnede Karagöz de oynattı, dekor olarak kullandığı kalasların üzerine de tırmandı. Kısacası sadece metne güvenmeksizin ciddi bir performans sergiledi.

        Aziz Nesin'in yıllar önceki çoğu fikir ve tespitleri hala güncelliklerini koruyorlar. Sanırım benim aklımda en çok Erkal'ın finale doğru anlattığı iki sinema salonunun rekabet öyküsü kalacak. Acaba bu öyküleri herkes bilse yine ülke aynı durumda olur muydu? Olurdu galiba. Neticede nice kitaplar okumuş bazı kişilerin kimleri desteklediklerini şaşkınlıkla takip etmiyor muyuz?

        Başlığa geri dönecek olursak, bizim gittiğimiz yer belli. Hedef 2023.

        Başbakan 2023 senesini yeni bir Türkiye için hedef gösterip duruyor. İnsan da haliyle "ülke acaba neye benzeyecek? diye merak ediyor. Aslında nükleer santralle mutfak tüpünü, kitap ile bombayı bir tutanların idaresinde olduğumuz düşünülürse varılması muhtemel nokta pek de cazip gelmiyor. Ne zaman "çok da karamsar olmamak gerek" diye kendi kendimizi motive etmeye çalışsak yine başbakan çıkıp öyle bir söz daha ediyor ki, bizim için düşündüğü güzellikler bir kez daha kafamıza dank ediyor.

        Kendisi bu sefer de YGS protestosuna katılanları hedef alarak "biz de onların karşısına 5 bin genci koyarız" şeklinde bir açıklamada bulundu. Allah için dediği doğru. YGS lehine kendiliğinden tezahürat yapacak gençler var olamayacağına göre, söz konusu kitlenin birileri tarafından yaratılıp meydanlara konması gerekmektedir. Hatta başbakan mütavazı davranmış. Ellerindeki imkanlarla daha çok kişi de tutabilirler.

        Başbakanın müstesna zihninde canlandırdığı 2023 versiyon Türkiye'de sanırım gençler YGS sevgisiyle meydanları kendiliklerinden dolduracaklar, statlarda hükümet lehine tezahüratlar yapacaklar, sivil toplum kuruluşu niyetine cemaatlere üye olacaklar. Yine de bana kalırsa 2023 bunların gerçekleşmesi için biraz iyimser bir hedef gibi duruyor. Tabi başbakan eğer miladi takvimden bahsediyorsa!

 

USTA BENİ ÖLDÜRSENE  11 Nisan 2011

     Endişeleniyorum. Başbakan haziranda ustalık döneminin başlayacağını belirtip halktan destek istemiş. İnsanın yaptıkları yapacaklarının teminatıdır. Yazının başlığı Barış Pirhasan'ın aynı adlı filminden alınma. Filmde, bir sirkin otuzlu yılların sonunda faşizm yolunda ilerleyen bir Avrupa ülkesinde mahsur kalmasıyla yaşananlar anlatılıyor. Aklımdan hızla son birkaç yılı geçirdim ve endişelendim. Bari geçirdiklerimi sizinle paylaşarak rahatlayayım dedim. Bazı icraatların dönemleri tam tutmuyor olabilir ama ne de olsa insan her alanda aynı hızla ustalaşamıyor. Şimdi beraberce hatırlayalım:

        Çıraklıkta ampuldüler, kalfalıkta deniz feneri oldular. Ustalık dönemlerinde önümüzü görmemizi engelleyecek kadar gözümüzü alan bir ışık kaynağına dönüşmelerinden endişeleniyorum.

        Çırakken adaletin gözünü açtılar, kalfayken saraya kapattılar. Ustalık döneminin gözde dizisinin "Adaletin Suçu Ne?" olmasından endişeleniyorum.

        Çırakken El Beşir'i Anıtkabir'e götürdüler, kalfayken Kaddafi'den insan hakları ödülü aldılar. Ustalık dönemlerinde Hitler'in küllerini Anıtkabir'e alıp, Nazi Barış Ödülü'ne aday gösterilmelerinden endişeleniyorum.

        Çıraklıklarında tren kazasında insanlarımız öldü. Kalfalıklarında da tren kazasında insanlarımız öldü. Ustalık dönemlerinde piyangonun bana vurmasından endişeleniyorum.

        Çırakken telekulak operasyonu ile dinlediler, kalfayken basılmamış kitabı operasyonla sildiler. Usta olunca her evin bir odasına yerleşmelerinden endişeleniyorum.

        Çırakken Darwin'i kapaktan indirdiler, kalfayken derste evrim teorisinden bahseden öğretmene uyarı cezası verdiler. Usta olunca da evrilememelerinden endişeleniyorum.

        Çıraklıklarında KPSS'de kopya skandalı, kalfalıklarında YGS'de şifre skandalı patladı. Ustalıklarında ortaya çıkacak OGS skandalı ile köprüleri beleşe geçenlerin olduğunu öğrenmekten endişeleniyorum.

        Çırakken üç çocuk istiyorlardı. Kalfayken de üç çocuk istediler. Usta olunca kömür yerine cezerye dağıtmalarından endişeleniyorum.

        Çırakken basketbol salonunda, kalfayken futbol stadyumunda yuh çekenlerin peşine düştüler. Bu kadar yaptıklarından sonra seçimde daha hala onlara usta olma fırsatı tanınırsa "Yuh!" derim diye endişeleniyorum.

 

Nisan 2011 / www.kavadarli.com

 

 

 

   KAVADARLI                                                      İletişim: guven@kavadarli.com 

        www.kavadarli.com